Benim dünyamda hayat daimi olarak konuşuyor benimle. Daimi bir oyun benim dünyam. Anlamlar var anlamlardan içeri. Sıcak-soğuk-ılık oyunu gibi.
Mananın gösterdiği yöne yaklaştığımda işaretler artıyor, sıcak sıcak sıcak diye bağırıyorlar sanki. Sonra bir an oluyor, yukarıdan beni izleyen rehberlerim ‘ah tam sıcak olmuştu, neden sırtını dönüp gitti ki’ diyorlar diye hayal ediyorum 🙂
Can Yunus, aşk şarabından içer kim mana duyar ise der. Üstad Mısri ise, sanma salat u hac ile sanma biter zahit işin, insan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş der. İrfan, sezgilerle O’nun varlığını bilme sanatı diyebilir miyiz?
Bir acelem yok, bir yere ulaşmaya çalışmıyorum, hayatın da böyle bir acelesi olduğunu sanmıyorum bu oyunu oynarken bizlerle.
Oyun o kadar zevkli, heyecan verici ve şaşırtıcı ki. Sadece tadını çıkartıyorum.
İşaretler o kadar dahice serpiştirilmiş ki farklı gerçekliklere. Nietzche’nin dediği kozmik dansçı olma yeteneğime en çok ihtiyacım oluyor. Farklı gerçeklikler arasında; razı-şahit-aşık-hayran olup dolaşırken nasıl esnek olarak akmaya devam edebileceğim. Son zamanlarda nasıl bulutlara ulaşan ve aşkın deneyimler yaşayan aynı zamanda kökleri toprakta olan bir ağaç olabilirim diye tanımladığım şey bu benim.
Bu satırları Barselona’da bir kilisede yapılan sufi konserine katılmak için gittiğim kısa bir yolculuğun dönüşü trende yazıyorum. Son bir aydır madde-misal-mana alemindeki yolculuklarda içime düşen bir sembol var. An katman katman. En An’da olduğumu sandığım An’da, bir fark etmişim ki An’ın cennetinden cehenneme düşmüşüm.
Şeytan kartında olduğu gibi. Aşıklar kartında cennette olan aşıklar, şeytan kartında cehennemdeler. Oysa yolculuklarında çok daha fazla yol katetmişler. O halde cennet ve cehennem kalıcı bir şey değil mi demek oluyor bu?
Kuran’da Allah’ın insanları ve cinleri O’na tapması için yarattığı yazıyor. Tapmak için önce bilmek gerekiyor diyordu Tapduk Emre. Yani Allah insanı onu bilmesi için yaratıyor, yani kendisine muhattab alıyor. İbn Arabi ise, göz bebeği göz için ne ise, insan da Allah için o’dur diyor.
Madde-mana-misal alemi yolculuğu olan hayat devam ederken, Luna’m ile resim yapıyorum ki, Luna ile yaptığım hemen her resim benim için kendime bağlanmadır yani bir nevi sanat terapisi. İki resim çıkıyor. Resimlerde de iki soru:
Sonra My Sacred Space blogu için Gılgamış Destanı hakkında bir yazı hazırlarken Joseph Campbell’in Kahramanın Yolculuğunu karıştırırken karşıma şu sözler çıkıyor:
Bedensel ölümsüzlük arayışı geleneksel öğretinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanır. Oysa tersine temel sorun göz bebeğini, bedenin-misafir kişiliğiyle- görüşü bulandırmayacağı noktaya dek genişletmektir. Ölümsüzlük o zaman şu anki bir gerçek olarak yaşanır: ‘Burada, burada!’
Bu sırada madde-mana-misal alemi yolculuğu devam ediyor. 2. Annem-eşimin annesi, Mayte ile Katy’nin harika yaptığı havuçlu pastadan bahsediyoruz, ahhh havuçlu pastayı Buenas Migas’da da çok güzel yapıyorlar diyo. Buenas Migas’ı çok severim, hala açık mı diyorum, tabii diyor. Bir gün sonra konsere giderken metrodan çıkıyorum, tam karşımda Buenas Migas’ı görüyorum, sanki beni düşünüp de oraya koymuşlar gibi sevindirik oluyorum 🙂 Buenas Migas’ı incelerken içeride bir gün önce, konserden önce görüşsek mi diye aramayı düşündüğüm ama sonra vazgeçtiğim bir arkadaşımı görüyorum. İçeri giriyorum, hayatın olması gereken her şeyi Ol’duran rahatlığı ile içim rahat bir halde.
Konser için provalardan sonra, Hayri çantasından başımıza takabileceğimiz şapkalar çıkarıyor. Eski Türk kültürünü yansıtan şapkalar. Bazıları aynalı. Gülümsüyorum. İlk okul yıllarım boyunca, nereden çıktığını bilmediğim ama siyah önlüğümün üstüne giymeyi çok sevdiğim aynalı yeleğim aklıma geliyor.
Sonra konsere çıkıyoruz, üzerimde abimin Pakistan’dan aldığı ve bana hediye ettiği çiçekli hırka. Konsere o kadar uyumlu ki. Cuk oturuyor üstüme.
Gülümsüyorum. Hiç bir acelem yok. Hayat benimle her daim, hayallerimin çok ötesinde bir oyun oynuyor ne de olsa.
Hayri’nin konserde paylaştığı sözlerle doluyor içim:
‘Hayatta hiç bir şey kötü sonla bitmez. Eğer kötü sonla bittiğini düşünüyorsan daha bitmediğindendir.’
Yeni tanıştığım Katalan ve İspanyol arkadaşlarım ile Yunus’umu, Oruç Hoca’yı, Mevlana’yı ve daha nicelerini yad ediyoruz. Poble Sec’in ortasındaki bir kilisede hu çekiyorum ve aşk’a geliyorum. Yine zaman ve mekan genişliyor, kozmik dans sanatında uzmanlaşmaya niyet eden biri olarak gözümü açtığımda bir kilisedeyim. Kilisede belki de Yunus’un dizelerini ilk kez dinleyen, farklı inançlardan insanlar görüyorum.
Kilise bize ev sahipliği yapıyor. Sonradan Müslüman olan Oruç Hoca’nın öğrencisi ve “sufi müziğinin terapi boyutu” kitabının yazarı Jordi Delclos, namı diğer Hayri, şarkıların sözlerinin manalarını ve İslami ve sufi geleneğinin detaylarını paylaşıyor gönülden.
Bir yanım korkuyor, ya hu kilisede bu kadar açıklıkla kalbinden geçenleri paylaşmasa mı acaba diye korkuya çekiliyorum. İnsanları izliyorum. İnsanlar da kalplerini açmış. Önümde Virginie namı diğer Safiye, daha 1 yaşını doldurmamış oğlu Yunus ile sema dönüyor kilisenin ortasında. Yunus kucağında uyuyakalırken, belki de Meryem Ana’yı hatırlıyoruz, Safiye’yi ve Yunus’u izlerken.
Şükran, minnet, aşk, hayranlık…binbir duygu selinden geçerken Yunus’un Hak Bir Gönül Verdi Bana’sını icra ediyoruz. O’nu hatırlıyorum, tekrar ve tekrar, O’nu.
Kalbim genişliyor. Madde-mana-misal aleminde yolculuk devam ederken, ey güzel hayat bana her ne anlatmaya çalışıyorsan, bunu inanılmaz yaratıcı, şefkatli ve güzel yollardan yaptığın için sana minnettarım diyorum içimden usulca.
Anlatacaklarım var benim
Bu dünyayı gören gözümün
Nasıl hayran olduğunu
Anlatmak istiyorum sana
O’na olan aşkımı
Nereye baksam O’nu görüşümü
Bu aşkı sığdıramadığım kalbimin küçüklüğünü
Anlatmak istiyorum sana
İnsan kardeşlerime olan sevgimi
Binbir absurd davranışımızın ardındaki aynılığı
Hisseden yüreğimin duyduğu şefkati
Anlatmak istiyorum sana
Ud, rebab ve ney yan yana
Gönlü güzel insanların ruhundan süzülen taksimi
Duyan ruhumun nasıl mest olduğunu
Anlatmak istiyorum sana
Suçsuz yere suçlanan onca insanın olduğu bu dünyada
Hiç bir şey yapamıyor olmanın
Yarattığı utanç, üzüntü ve korkuyu
Anlatmak istiyorum sana
Nefsimin binbir yüzü ile karşılaştığım
O karanlık dehlizlerde
Hissettiğim ve beni daha da derine götüren suçluluğu
Anlatmak istiyorum sana
Madde-mana-misal alemlerindeki yolculuklarımı
Sembollerimi, keşiflerimi
Kahramanı olduğum canım hayatımı
Anlatmak istiyorum sana
Çalab’ın koca tahtını sığdırdığım
Bu deli gönüle
Sığanları
Anlatmak istiyorum sana
Nasıl anlatılır bilmiyorum
O yüzden alayım elime bendirimi ve ud’umu
Gel otur yanıma
Şarkı söylemek istiyorum sana