6. Hafta: Derdim Çoktur Hangisine Yanayım (1. Aşkın Yolculuğu)

Sharing is caring!

Sevgi kazanlarımız kaynasın gari.

Dumanlar tütsün ocaklarımızdan.

Sevgiden gayrısı geçmesin kapılarımızdan.

Yoktur ben, sen ve o’su.

Hepimiz bir.

Ya hu!

Contents

Yine acayip rüyalar ve derinlerde gezmeler

Yıllar önce Evhadüddin’i Kirmani adını ilk duyduğumda onun hakkında bulduğum her şeyi okumuştum ilginç bir şekilde. Neden olduğunu bilmeden. O dönem masallara büyük ilgim vardı. Pertev Nail Boratav’ın Nasreddin Hoca kitabını okurken, Mikail Bayram’ın Nasreddin Hoca’nın Ahi Evren ile aynı kişi olduğuna dair tezi ile karşılaşmıştım.

O karşılaşma beni taa buralara kadar getirdi. İçte ruhun fısıldadığı mesajlar bazen ilgimizi çeken küçük detaylar,  bazen ise rüyalardaki semboller olabiliyor. Şeyh Evhadü’d-din Hamid el-Kirmani ve Menakıb-Namesi o dönem okuduğum kitaplardan biriydi. En çok şaşırdığım şey, şeyhin öğrencileri ile etkileşiminde özellikle rüya yorumlarını kullanması olmuştu.

Şaşırmıştım, doğduğum topraklarda katman katman saklı olan bilgeliklere

O dönemden bu yana kendi rüyalarımı yorumlama hayatıma bir rutin olarak girdi. Rüyalarımı yazıyorum yıllardır, tekrarlayan rüyaları fark ediyorum kolaylıkla artık ve rüyalarımın içindeki sembolleri bazen hemencecik bazen zaman içinde çözebiliyorum.

Şaman yolcululukları da yine ruhumun bana bir fısıltısı olarak girdi hayatıma

‘Ah bak bu ne ilginç’ fısıltısı. ‘İlgimi çekiyor bu benim’ fısıltısı. Sonra ruhumu dinleyip, ona özen gösterip, emek verdikçe, o dünyanın kilitli kapıları yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Şaman yolculukları da yıllardır başka alemlerden rehberlik almamı sağlıyorlar. Hayatımın içinde bir rutinim.

Rüyalar ve şaman yolculukları.

Bu hafta ikisinin de rehberliğinden nasibimi aldım şükür. Bazı semboller hemencecik netleşti, bazıları içimde demlenmekte.

Bu hafta alemler içinde alemlerde Pir Sultan’ın Sivas’taki evine gittim

Teslimiyetin gülümsemesi vardı yüzünde. Sanki bu türkünün kendisine ilk geldiği an oradaydım gibi. Oturuyordu evde, kalktı, sağ tarafta duran sazı aldı eline, çalmaya başladı. Kah Ali için, kah yaradan için, kah yari için, kah bilmediği kimseler için söyledi türküsünü. Söylediği herkese hissettiği ortak bir özellik vardı. SEVGİ. Soba yanıyordu oturduğu yerin hemen yanı başında, sol tarafında. Sobanın üzerinde kaynayan sevgi kazanı dedi. Sadece sevgi at içine. At ve pişir. Bu ev sevgi ocağı dedi bana. Ocağın sevgi ocağı olsun, dumanı tütsün dedi.

Kazanın içine sevgi atmak kolay mı? Kendini sevmeden, yari sevebilir mi insan?

Kendini sevmeden Ali’yi, yaradanı sevebilir mi? Alemler içinde gezinirken başka bir aleme gittim. Zaman ve mekan birlendi. Geçen sene bu zamanlar çocukluğumun geçtiği İç Anadolu’ya gitmiştim. İlk okuluma gittim, küçükken oturduğum evi ziyaret ettim, vadilerinde yürüdüm sihirli toprakların, sonra koşarak vardım Hacı Bektaş-ı Velinin dergahına. Türbesinde oturdum, yanı başında meditasyona durdum.

Tek bir cümle söyledi bana, git içini çiçeklerle donat öyle gel

Rengarenk çiçeklerle doluydu türbesi. Gördüğüm en güzel yapılardan biri. Bak dedi bana, ben kendimi sevmesem benim için yapılan bu yapının bu kadar güzel olmasına izin verir miydim, çiçeklerle donatırmıydım yerimi yurdumu.

Yine aynı kışın yazı, yine aynı fısıltısı ruhumun bu sefer hiç görmediğim dedelerimin mezarına götürmüştü beni

Dedelerimin mezarında Ezginin Günlüğünden Babamı Anarken’i okumayı nasip etmişti. Bu ziyaretimde dedemlerin küçükken gittiğimiz evini ziyaret ettim. Yılda bir kez gittiğimiz bu evin içindeki süs havuzu benim semboller diyarımda o kadar önemli ki. Artık harap olmuş havuzun dibinde durduğum meditasyonda bu sefer dedelerim söyledi ben dinledim. İçine sineni yap Gül Ayşe, yapmazsan bu ev gibi viraneye döner için.

Velhasıl kelam benim için alemlerden içeri alemler var

İçimde küçük çocuklar ve bilge annaneler var, her daim kulağıma fısıldayan. Gördüm ki benim hayatım o fısıltıları dinleyip, o fısıltılarda söylenen sözlere emek verdikçe güzelleşiyor.

Bilmem neden yazarım bu sözleri, bilmem neden söylerim bu türküleri. Önemli mi? Belki de değil. OL denir ve olunur bazen. Bazen ben o olurum, bazen sen ben olursun. Bazen kendim için söylerim bazen senin için, bazen hiç tanımadığım ve tanımayacağım birisi için. Ben var mıyım, sen var mısın, o var mı sahi?

Fısıltılar bana bu hafta, devam et söylemeye dediler

Bazen mekan ve zaman bir olur dediler. Sen söyle ki sıkışmış dosyalar açılsın, hava girsin kat kat defterlerin olduğu o arşivlere dediler. Sen söyle ki pencereler aralansın biraz nefes alınsın dediler.

Ben de destur var mıdır dedim Pir Sultan’a, hoşuna gitti sözüm. Teslimiyetin gülümsemesi ile yüzünde, olsa nolur olmasa nolur, söylesen nolur söylemesen nolur Gül Ayşe’m, Ol dedi.

Bu haftanın ses kaydını buradan dinleyebilirsiniz

Derdim Çoktur Hangisine Yanayım, Pir Sultan Abdal

Derdim çoktur hangisine yanayım

Yine tazelendi yürek yarası

Ben bu derde hande derman bulayım

Meğer dost elinden ola çaresi

Efendim efendim benim efendim

Benim bu derdime derman efendim

Türlü donlar giymiş gülden naziktir

Bülbül çevreyleme güle yazıktır

Çok hasretlik çektim bağrım eziktir

Güle güle gelir canlar paresi

Efendim efendim benim efendim

Benim bu derdime derman efendim

Benim uzun boylu servi çınarım

Yüreğime bir od düştü yanarım

Kıblem sensin yüzüm sana dönerim

Mihrabımdır kaşlarının arası

Efendim efendim benim…

Pir Sultanım katı yüksek uçarsın

Selamsız sabahsız gelir geçersin

Dilber muhabetten niye kaçarsın

Böylemiydi yolumuzun töresi

Efendim efendim benim efendim

Benim bu derdime derman efendim

Yazıın orjinali 22 Aralık 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Leave a comment