4. Hafta: Hey Ağalar Böyle’m Olur (1. Aşkın Yolculuğu)

Sharing is caring!

Gördüklerim o kadar güzel ki

Zaman bolluk içinde akıyor

Yüreğim derinlerinde şelale gibi akan şefkati buluyor

Şükürler olsun

Şükürler olsun

 

Yaşamak şarkı gibiymiş. An’da.

Ben An’da olsam da olmasam da o An’da.

Şükürler olsun

Şükürler olsun

 

Kendimi sevmeye ruhumu severek vardım ben

Özlemim o kadar büyükmüş ki suskun kalıyorum

İçimden bir ses bağırıyor,

Ruhuna can ver ruhunu sevdiğim diye

Gecenin bir yarısı beni uyandırmaya geliyor. Ender’im.

Gözümü uykuya kapatmadan önce son düşündüğüm

Ne hikmetse hep 4.33 civarı açılır o iki göz

İbadete çağırıyor

İbadetin anlamını anlayınca gelicem söz

Bir keşfedeyim

Ohhhh keşfettiklerim mi;

Şükürler olsun

Şükürler olsun

Contents

Aşık Karacaoğlan

Türkülerinde güzelleri anlatması ile meşhur olan, güzel gören gözü güzeli seven Çukurovalı aşık. Ey ağalar böylem olur hali yardan ayrılalı diye derdini dinlerken  Karacaoğlan’ın, bu türküyü bir kadına mı söyledi acaba yoksa ilah-i aşk mıdır maksadı diye düşünürken, Yunus Emre’nin hayatını konu alan Aşkın Yolculuğu dizisinde Taptuk Emre’nin Yunus’a olan sözlerini hatırladım ve sordum kendime gülümseyerek; Leyla’dan geçmeden Mevla’ya varılır mı sahi? Birlikte ikilik aramaya ne gerek. Aşağıda da sizler için kaleme aldı Taptuk’un dizideki sözlerini. Mest olmanıza benden küçük bir destek olsun diye.

https://www.youtube.com/watch?v=jXK2aUjDPQw

‘Mademki Aşk varlıktan yokluğa yol almak. O vakit Leyla’dan geçmeden Mevla’ya varılır mı Yunus’um? Vardım diyen çıksın ortaya desin bilelim. Biz beyana inanırız. Gel hele sana bir sır verelim. Aşk bir nesnedir. Unutma Yunus’um belle bunu, hemi de en kıymetli bir nesne. Deymelere verilmeyecek kadar kıymetli bir nesne. Ne bakır, ne gümüş, ne altın, ne zümrüt ü yakutlar Aşk’tan kıymetli bir nesne yok. Aşk bir güneşe benzer Yunus’um, Aşkı olmayanın gönlü taşa benzer. Taş gönülde ne biter. Nasıl ki Güneş yansıdığı toprağı ısıtır, karanlığı ışıtır, meyveleri olgunlaştırır tıpkı bunun gibi işte. Aşkta insanın hamlığını giderir, ciğerlerini pişirir, erdirir, olgunlaştırır. Güneşten nasiplenmeyen meyve olur mu Yunus’um? Olmaz ölür. Aşktan nasiplenmeyen varlık da olmaz. Ölür. Madem ki en kıymetli nesne Aşk, en çetin sınav da Onun ile olsa gerek.’

Hızımı alamadım bunu da yazdım. Napıyım ya bu dizi her seferinde beni benden alıyor.

‘Aşk yoluna çıkmak ise niyetin bela ile imtihan edilirsin. Vuslata ermek ise gönlündeki, bela ile imtihan edilirsin. Biz Çalab deriz her daim Allah’tır gönülde adı ama onun bir adı da Zü’l-Celâl-i Ve’l-İkrâm’dır. Kişi ister ki hemen cemalini göre. O güzellik karşısında mest ola ama o önce kahrı, zulmünü, cemalini gösterir. Zü’l-Celâl-i Ve’l-İkrâm. Demek önce celal sonra ikram. Önce kahr, zulüm, imtihan, çile ile sonra lütuf sonra ihsan sonra ikram. Ya sebeb nedir, neden önce celal sonra ikramda bulunur? Aşıkı sadık mı değil mi emin olmak için.’

Sonra peşimi bırakmadı türkü

İner ummana dökülür seli yardan ayrılanın diye diye, birlik ve ikiliğe dair halı dokur gibi düşünceler, imgeler, hisler dokudu içimde.

Bu hafta okuduğum Hazrat Inayat Khan’ın, Hayatın Müziği kitabından bir bölüm çıktı karşıma

‘Doğa yaratılış olarak birin tekrarıdır ve onun bu tekrar görünümü hayattaki tüm ikiliğin sebebidir; bir kısmı pozitif, bir kısmı negatif; bir kısmı ifade edici, diğeri duygulu. Bu sebeple ruh ve doğa, bu ikilik dünyasında, yüz yüze dururlar.’

Oturdu baş köşesine salonumun bu sözler. Kendimi ifade etmeyi ne çok seviyorum ben. İnsanoğlunun kendini ifade edişini ne çok seviyorum ben. Duygular da öyle, acısıyla tatlısıyla, ne çok seviyorum ben. Öyle işte birlik, ikilik bu hafta içimde karşılıklı ip atladılar. Uzun Çukurova yazlarında ananemlerin çıkmaz sokağında benim de yaptığım gibi.

Kocaman sülalemin neredeyse tek gezen çekirdek ailesi biz olduk

Hem baba, hem anne tarafım göçebe topluluktan yerleşmeli topluluğa geçebilmişler. Sonra babam memurluk rüzgarını arkasına almış, her dört yılda bir aşık gibi Anadolu’yu karış karış dolaştık. Şu an oturduğum evden bir önceki evim bahçeliydi. Bahçeye adım atardınız solda manolya ağacıyla başlardı, yanında ıhlamur, zeytin, kiraz, ayva, armut, diş budak, elma, erik (3 tane), hurma, nar, kayısı (3 tane) ve yine bir ıhlamurla çember çizerdiniz evin etrafında. Hayatımda ilk defa bir evden ayrılırken bu kadar koydu bana galiba, ağaçlarım gelemiyor ya. Ağaçlara yakın yaşamak, her gün ama her gün bebişlerimle birlikte her birine tek tek selam vermek, her birinin günlük değişimlerine şahitlik etmek. İçimde bazı dengeleri değiştirdi kesin. Bilmiyorum ne.

Nasıl diyim, ben bir göçebeyim

Benim hayat tarzım bu. Ben böyle öğrendim. Annem biz küçükken gurbetlikten bahsederdi, sıla özlemi derdi, ben anlamazdım, 4 yıl sonra ev değişir, şehir değişir başka bir hayat başlardı. İnanılmaz bir esneklik geliştirmiş bu bende. Koyun beni bir yere, bir hafta sonra ben orayı benimserim, iyisiyle kötüsüyle. Yani her yeni taşındığım yerde duygular seli yaşanmıyor mu tabii ki de evet, zaten bu da göçebeliğin cebinde gelen bana.

Geçen hafta, bu haftaki türkünün kokusu gelmiş burnuma, burnumun direğini sızlatmış. Annanemi öyle bir özledim ki, yani özlemi kana kana içtim. Telefonda konuştuğum, mesaj yazdığım arkadaşlarımı özledi içim. Özlemi kana kana içtim. Oturttum yine baş köşeye güzelce ağırladım. Mutlu oldum sevdiğime. Özleyecek kadar seven yüreğimin sırtını sıvazladım.

Bu hafta da turnayla bol bol dertleştim

Bol bol turna türküsü dinledim, bütün aşıkların ruhuna gelsin inşallah. Özlem çeken şu ikilikli dünyadaki bütün insanlara benden sarılma yolladım turna ile. Turnayla haber saldım tüm aleme; canlar özlem sevdadan gelir, ne mutlu özlemeyi bilen yüreğimiz var, tadını çıkaralım diye.

Eee turna bu, dertleşilir de, haber de salınır, haber de alınır. Biz böyle öğrendik büyüklerimizden, türküler sağ olsun. Turna bu göklerin, özgürlüklerin sembolü, Turna bu yükseklerden uçan diyar diyar gezen.

Turna kuşu yol boyunca geçtiği her yerde kutsal olarak bilinmiş

Orta Asya’dan, Japonya’ya ve Kore’ye kadar.  Alevilikte de turna ve güvercin kutsal sayılan iki kuş. Hz. Ali’yi temsil eden turnanın sesi Ali’ye benzetilmiş. Ahmet Yesevi (ki kendisidir Hacı Bektaş-ı Veli’ye el veren)’nin turnaya dönüşebildiği söylenir (turna donuna girdiği).

Bir de alevi cemlerindeki Turna semahı var, daha önce hiç canlısını görmediğim, videolardan izlediğim.  Şu videoda detaylarını görebilirsiniz sizde. Bir kuş ne kadar sevilebilir ki, Hakka ulaşmak için kendisinde ilham alına.

https://www.youtube.com/watch?v=2V7ccI2vfGc

Hey ağalar böylem olur türküsünü ilk kez Zülfü Livaneli’den dinlemiştim, orta okul çağlarında diğer ilahiler ile birlikte Üçlemesinde 

Çok sevmiştim, gönlümde güzel bir yer verdim ona. Yıllar içinde, ara ara çıktı o yerinden dilime dolandı. Belki de gönlümde kıymetlim bildiğimdendir, bu hafta da bana turnalarla dertleşmeyi mümkün kıldı. Şaman yolculuğuna çıkmıştım bu hafta. Nagualime uçur beni bir diyara dedim. Kızılırmak’a götürdü beni. Yüreğimden şelale gibi özlem aktı, şaman yolculuğunda sökün ayı ile başlayan uzun hava döküldü dilimden, geldi bu türkünün başına eklendi benim için. Ben alemden içeri alemlere inanırım. Alemden içeri alemlerde türküler söyletene şükürler olsun. Ey ağalar, ey bacılar, böylem olurmuş yahu hali yardan ayrılanın. Yar’a ulaştıran yollarımız açık olsun her birimizin.

Özlemle, Aşk’la.

Hey ağalar böylem olur, Karacoğlan

Hey ağalar böyle m’olur

Hali yardan ayrılanın

İner ummana dökülür

Seli yardan ayrılanın

Turnam turnam turnam

Gönül yaralı turnam

Gökten turnalar çekilir

İner yerlere dökülür

Onbeş yaşında bükülür

Beli yardan ayrılanın

Turnam turnam turnam

Gönül yaralı turnam

Gül dikensiz bitmez imiş

Bülbül gülsüz ötmez imiş

İşe güce yetmez imiş

Eli yardan ayrılanın

Turnam turnam turnam

Gönül yaralı turnam

Karacaoğlan geçmez dilek

Ataş aldı yandı yürek

Sağ yanında hazır gerek

Salı yardan ayrılanın

Turnam turnam turnam

Gönül yaralı turnam

Yazının orjinali 8 Aralık 2019 tarihinde yayınlanmıştır.

Leave a comment